Thursday, February 28, 2008

Stockholm İndirimli Kitap Günleri


Bu 2-3 gundur Stockholmdeki butun kitapcilarda 50-60% indirim var. Yilbasindan hemen sonra olan mellandagsrea, yani butun magazalardaki buyuk indirimin bu sefer kitap versiyonu basladi; adida bokrea. Heralde 26-28 Subat arasi geleneksel oldugunu dusundugum bu indirim gunlerinde Stockholmun buyuk kitapcilarindan birinde bir kac saat gecirmek hicde kotu bir fikir olmasa gerek. Bende bu gun Isvecin en buyuk kitapcilarindan biri olan akademibokshandeln'de bir kac saat gecirdim. Isveclilerin kitap okumaya ne kadar duskun olduklarina birkez daha tanik oldum.


Sabahlari metrolarda ise giden insanlarin elinde mutlaka ya bir kitap, yada metrolarda bedava degitilan gunluk gazetelerden biri vardir. Isveclilerin kitap okuma ozelliklerini cok seviyorum ve takdir ediyorum. Hatta Isvec li bir hamburgerler zinciri olan MaxBurger, cocuk menusu alanlara ilk okul seviyesinde kitaplar, boyama kitaplari veriyor ve okuma aliskanligi cocukken baslar gibisindende bir reklamlari var. Bence bu tur reklamlar, calismalar ulke icin oldukca faydali. Umarim bizlerde bundan ders aliriz.

Avrupanin herseyini degilde; sadece isimize yarayacak iyi ozelliklerini kendimize ornek edinsek yeter, cennet ülkemizde yüksek refah seviyelerinde dostca ve birbirimize saygi duyarak yasadigimiz gunleri gormek dilegi ile...

Friday, February 22, 2008

Isvec-Finlandiya Buz Hokeyi Maci


Hayatimda ilk defa canli olarak buz hokeyi maci izledim gecen haftalarda. Finlandiyadayken TV den 5-10dk izlemis, pek bisey anlamadigim icin ilgimi cekmemisti. Ama stada gidip, statdaki canli showlarla beraber maci izlemek gercektende bir Turkun bile bu spordan zevk almasini saglayabilir.


Oyunun kurallarini pek bilmiyordum ama az cok ogrenmeye calistim, yada tahmin ettim bazen :) 3 tane 20dk lik seriden olusuyor butun mac, ve benim izledigim mac isvec-finlandiya milli maciydi ve bu kuzeydeki en buyuk derbilerden biriymis.Buz hokeyi oldukca sert bir spormus onu fark ettim bu arada. Maci 2-1 finlandiya kazandi. Isveclilerin deliye donup cok sinirleneceklerini falan saniyordum ama statdan hem finli hem isvecliler nerdeyse el ele, kol kola ciktilar.13 bin kisinin geldigi Stockholm'um en guzel konser ve spor kompleksi Globe Arena da en ufak bir tatsizlik bile yasanmadi. Insanlarin sporu bir zevk, eglence unsuru olarak gormeleri ne kadarda guzel. Ulkemizdeki stad facialariyla kiyaslarsak ders almamiz gereken daha cok sey var gibi.



Mesela ben; futbolu o kadar cok seven, yillardir klupler duzeyinde bile oynayan biri olarak asla bir stada gidipde, rahat rahat, eglene eglene bir mac izledigimi hatirlamam. Yada stada ailecek yada ufak kardesimi alip gittigimi hatirlamam. Turkiye de bence stadlara bayanlarin ve cocuklarin daha cok gelmesi lazim, belki o zaman daha akli basinda hareket eder bazi insanlar.

Herneyse, konu fazla dagilmadan toplayim. Buz hokeyi bence pek Turklere gore bir spor degil, ama siz yinede gidip bir milli mac izleyin eger buralara yolunuz duserse, oldukca eglenceli ve heycanli bir spor.


Sunday, February 3, 2008

Finlandiya da Erasmus Macerasi (2006/Forssa)

2006 yilinin ocak ayi ile haziran ayi arasinda 5-6 ayligina Finlandiya da degisim ogrencisi olarak okudum. Hayatimda cok calisipda, yorgunlugumu hic ama hic hissetmedimgim tek yerdi diyebilirim Finlandiya. Ilk 1-2 ay cok karanlik ve bogucuydu ama sonradan hayatimda unutamayacagim bir maceraya donustu benim icin Finlandiya...

Hazırlık Süreci :

Oncelikle denk dersleri bulmak cok zor olmustu, okuldaki erasmus sorumlusu bayan da pek birsey bilmediginden o zamanlar cok zorlanmistim. Cankaya universitesinden erasmusa giden ilk ogrencilerdendim. Finlandiya ya giden ise ilk ben ve diger "2" arkadasimdi.Neyse hadi gelelim tavsiyelere:) Öncelikle yurtdışı çıkış harcı ödemek istemiyorsanız, kesinlikle, okuldan yurtdışına okumaya gittiğinizi kanıtlayan belgeyi almalısınız. Vizeyle ilgili sorunlar yaşamamak için de gidiş tarihinizden en az iki ay önce işlemlere başlamalısınız. Bu konuda Finlandiya Büyükelçiliği bizlere çok yardımcı oldu. Sayın Büyükelçi Maria Serenius’un elçilik rezidansında verdiği davette, geçmiş senelerde giden öğrenciler ve bizimle birlikte gidecek öğrencilerle tanışma fırsatı bulduk. Onlardan da tüyoları aldıktan sonra artık, güzel şehrimiz, Forssa’ya yol almaya hazırdık.

Avrupa Avrupa duy sesimizi !
Almanya’daki pasaport kontrolünün ardından, Helsinki’ye adeta bir A.B vatandaşı gibi rahatça girmiştik. Gece saat onbiri gösterirken, termometreler şaşırmış olmalıydı.. -25 derece ! Bu gerçek olabilir miydi ?
Dışarı ilk çıkan Ercan oldu, yaklaşık bir on saniyenin ardından kendimizi karla kaplı, soğuk, karanlık Helsinki Havaalanı’nda ( Vantaa Airport ) buluverdik. Nefes almak imkansız gibiydi, soğuk iliklerimize kadar işlemiş, bizi titretiyordu. Üzerimizdeki ağır bagajlar ve kalın kıyafetler, hareket etmeyi imkansız kılıyordu. Karşısında dört tane titreyen Türk’ü gören ve ince bir montla gezen yaşlı Finli teyzenin “ Finlandiya’ya hoş geldiniz ! “ diyip kahkahayı basması ile şaşkınlığımız artık had safhaya ulaşmıştı. Türlü maceraların ardından Helsinki’ye yaklaşık 1,5 saat uzaklıkta olan ve yirmi bine yakın nüfusuyla küçük bir Fin kasabası olan Forssa’ya vardık. Gece saat ikiyi çoktan geçmişti, danışman öğrenciler ( tutorlar ) bizleri yurdumuza(yuvamıza) bıraktıktan sonra derin bir uyku çektik.

Ertesi sabah, Ercanin “Kahvaltı hazıııır!” sözleriyle uyandım. Türkiye’den gelirken yanımızda getirdiğimiz gözlemeler, kuru pastalar ve hazır çaylarla bir kahvaltı duruyordu karşımda. Bizim yurdumuz ev şeklindeydi, küçük bir çingeneliğin ardından Gokhanlar 3 odalı eve 2 oda fiyatı ödeyerek, ben ve Ercan ise 2 odalık eve 3 oda fiyatı ödeyerek :P kaldik. Evin içerisinde; buzdolabından, fırına, tost makinesinden, su ısıtıcısına her şey hazırdı. Binanın altında öğrenciler için özel; çamaşırhane, sauna, depo vs.. mevcuttu. Biz ömür boyu burada kalmanın planlarını yaparken, balkona çıkmamla planlarım bir anda değişti. İşte soğuk buydu !

Alabildiğine karla kaplı sokaklar, çivi lastikleri ile donatılmış arabalar, soğuğa aldırmadan, kısa kollularla gezen Finliler, buzla kaplı göller, sağda solda rahatça görebileceğiniz ceylanlar, tavşanlarla burası Suomi idi işte. Suomi, Finlandiya’nın Fince’deki karşılığıydı ve anlamı, bataklık bölge demekti. İk bakışta Tanrının hiç de adil davranmadığı izlenimi veren verimsiz toprakları ve buz gibi iklimiyle sizi karşılayan bu ülke, daha sonra kusursuz sistemi, kibar halkı ve güzel kızlarıyla sizleri kendine aşık ediyordu.

Şirin şehrimiz Forssa’da Türk kebapçılardan tutun da, sinema salonuna, bilardodan, bowlinge her türlü imkanımız vardı. Tabi meşhur Bar54’ü de unutmamak lazım..

Okul Hayatı

HAMK – University of Applied Sciences, eski adıyla Hämeen ammattikorkeakoulu, Finlilerin yaklaşık yarısından fazlasının yaşadığı, ülkenin güneyine konumlanmış, 7000’e yakın öğrencisi ve 800 kadar elemanıyla, Häme bölgesinin en önemli eğitim kurumudur. Özellikle, uluslar arası anlaşmaları ile yabancı öğrencileri kendine çeken üniversite, teknolojik gelişmeleri takip etmesi ve Nokia’nın verdiği destekle de bir adım öne çıkıyor. HAMK’ta 24 ayrı bölüm bulunurken, bunların 3’ü tamamen İngilizce eğitim vermekle birlikte, diğer bölümlerde de değişim öğrencileri için İngilizce dersler önerilmektedir. Zaten Finlandiya’da İngilizce bilme oranı inanılmaz yüksek olduğu için, biz dahil, tanıdığımız hiçbir yabancı öğrencinin dil konusunda sıkıntı yaşamayacağından eminim.

Bizler üçüncü sınıfın, ikinci dönemi gittiğimiz için, neredeyse tüm derslerimizin eşleniğini bulduk. Bitirme projemizi de Nokia’nın desteklediği ve okulun InnoForss adını verdiği araştırma ve geliştirme laboratuarlarında cep telefonları üzerine yaparak teslim ettik. Akademik olarak bir çok yeni şey öğrendiğimiz gibi, yabancı öğrencilerden kurulu bir eğitim kurumunda okumayı tecrübe etmiş olduk. Bizim dönemimizde, okulda İspanyol, Polonya’lı, İtalyan, Romanya’lı, İngiliz, Meksika ve Fransız öğrenciler de bulunuyordu. Ama açıkça belirtmem gerekirse, kopya üzerine henüz Türk’lerin üzerine göremedim.

Sonuç olarak, dersler ülkemiz eğitim sistemine göre daha basitti diyebilirim. Aynı sınavı üç kere alma hakkınız var, ve aldığınız en yüksek not değerlendirmeye alınıyor. Zaman zaman verilen projeler ve ödevlerle de notunuzu yükseltme şansınız mevcut. Tabii bunun dışında, laboratuvar ve bilgisayar imkanları da inanılmaz derecede gelişmişti.

Finliler ve Acayiplikleri

Öyle bir millet düşünün ki, yıllarca İsveç’in ve Rusya’nın esaretinde kalsınlar, daha sonra Almanları karla kaplı kuzey Finlandiya’da kayaklarla, kızaklarla püskürtsünler. Fakirliği ve açlığı sonuna kadar yaşayıp, en sonunda, azimleri ve kararlılıkları sayesinde, bu topraklarda dahi müthiş bir sistem kurup, 10 senedir A.B üyesi olsunlar. İlk kısımları bir yerlerden tanıdık değil mi ? Evet hikayelerinin giriş kısmı biraz bizimkine benziyor, lakin sonuç kısmında maalesef aynı yerde değiliz.

Peki, soruyorum sizlere bu kadar gelişmiş bir medeniyet, bu kadar zengin ve sistemi oturmuş bir ülkede, sucuk ve pastırma olmazsa neye yarar ? Evet, bir Türk olarak her şeyden önce midemizi düşündüğümüz için, Finlandiya’da bize en acayip gelen yemekleri olmuştu. Kendilerine özgü çok fazla yemekleri olmamasına rağmen, tuz yerine şeker kullanmaları, annemizin yemeklerini daha da özlememize yol açtı. Türk kebapçıların bile kebabın sosunda şeker kullanmaları sonucu girdiğimiz şeker koması ile kendimizi sokaklarda koşarken buluverdik.

Üzerimizdeki bu enerji fazlalığını atmak için Finlilerin değişik eğlence şekilleri vardı. İsterseniz bunlardan birkaçını sıralayayım.

• 1 Mayıs Bayramı (Vappu): Finlilerin en büyük eğlencesi, bizde her sene olayların yaşandığı, insanların sokağa döküldüğü 1 Mayıs’ta pikniğe gitmek. Tabi pikniğe gitmenin dışında, sokaklarda konserlere katılmak, alkol tüketimini maksimum düzeye çıkarmak ve çılgınca dans etmek de bu eğlenceye dahil.

• Juhannus: Yaz ortası Rauma şehrinde, ülkenin en büyük rock festivaline verilen ad. Bu festival süresinde, şehir, Ibiza’ya döner ve binlerce Finli genç çılgınlığın sınırını zorlar.

• Fin Bowlingi: Her ne kadar kendine ait özel bir adı olsa da, bizim Fin bowlingi olarak tabir ettiğimiz bu oyunda amaç, yerdeki 12 adet labutdan en yuksek puanli olani devirmek o zaman o labutun uzerindeki puani aliyorsunuz, fakat 1 den fazla labut devirdiyseniz o kadar puan aliyorsunuz.Diyelimki uzerinde 5 puan olan 1 tane labut devirdiniz o zaman 5 puan aliyosunuz, ama 2 adet labutu ayni anda devirdiyseniz o zaman sadece 2 puan aliyosunuz. Kısaca böyle özetleyebileceğimiz oyunda başarılı olmak için, fırlattığınızın bir top değil, odun parçası olduğunu hatırlamanızda fayda var.

Doğa ve Kültür

Finlandiya irili ufaklı 300.000’den fazla göle ev sahipliği yapan bir ülke ve adım başı bir göle ya da ormana rastlayabiliyorsunuz. Tüm ormanlar ve göller halkın sayıldığı için, başkasının arazisi bile olsa, evine 100 metreden uzak kalmak şartıyla, istediğiniz yere kamp yapma hakkınız var. Zaten Finlilerin favori tatillerinden biri de, dağ evine kapanıp, günlerce oradan çıkmamak ve sauanın keyfine varmaktır. Finceden diğer dillere geçtiği düşünülen ve dilimizde de aynı şekilde kullanılan tek kelimenin “sauna” kelimesi olduğu tahmin ediliyor.

Dünyaya kültürel olarak çok fazla bir şey bırakamayan Finlilerin bu alanda en büyük başarısını bu seneki Eurovision birinciliği olarak özetleyebiliriz. Sonuçlar açıklanırken, Finlilerle birlikte dev ekrandan yarışmayı izlemek, özellikle TRT spikerinin programa bağlanıp verdiğimiz 7 puanı açıklamasından sonra halkın çılgınca alkışlamasına şahit olmak harika bir duyguydu.

Böylesine kar ve ormanlarla kaplı bir ülkede gezerken, özellikle gece vaktiyse, ormanın kenarında durup da kısa bir mola vermek gerçekten yürek istiyor. Göllerin, ormanlara göz kırptığı, ağaçların kuşlara ev sahipliği yaptığı bu ülkede, okur yazarlığın %100 seviyesinde olmasını büyük oranda Snellman’a borçlular. Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabını okuyanlar onu hemen hatırlayacaktır, Finlandiya’dan bahsedip de, ondan bahsetmek Türkiye’den bahsedip de Atatürk’ten bahsetmemek gibidir. Snellman, ülkenin kuruluş yıllarında bir çok eğitim atağı gerçekleştirmiş, Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında yaşadığımız sıkıntılarla baş başa kalmıştır.

Ve Yaz Geliyor.. Şimdi Gezme Zamanı

Uzuuuun bir kışın ardından Mayıs’ın sonlarına doğru, yavaş yavaş havalar serinlemeye başlamıştı. Geçirdiğimiz dört ayı ne kadar dolu dolu yaşadığımızı, 89 model arabamızla gezmediğimiz şehir kaldı mı diye düşünürken, uzun süredir planladığımız İsveç yolculuğuna karar verdik.

Gemiyle yaklaşık 12 saat süren, Turku – Stockholm arasındaki mesafeyi daha önce birkaç kez tecrübe etmiştik ancak Stockholm’u şöyle baştan sona gezme fırsatını bir türlü yakalayamamıştık.

Hazır gemi demişken, bunların yaklaşık 12 katlı ve içerisinden, diskodan, sinemaya, eğlence ve alışveriş merkezlerinden, saunaya koca bir dünyayı barındıran devasa yaratıklar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Tabii, kışın yaşadığımız yolculuklarda, tamamen kalın buz tabakalarıyla kaplı Baltık Denizi’nde, önden giden buz kırıcı makinenin, buzları kırarak, bu devasa yaratığa gecenin zifir karanlığında yol açmasını da unutmamak gerekir. Buzların kırılma sesleri, gecenin sessiz ve tamamen farklı bir dil konuşan bu ıssız denizini gürültüye boğarken, B sınıfı kamaralarında camdan bu dehşetli sahneyi izleyen dört Türk olarak biz, kendimizi gittikçe Tanrı’ya daha yakın hissediyorduk.

Neyseki o günler geride kalmıştı, artık ilkbaharın ortalarındaydık ve yaz geliyordu. Tabi yaz demişken bunun 40-50 derecelik ülkemiz yazları gibi olduğunu düşünmeyin. En sıcak Fin yazında havanın yaklaşık 30 derece civarında seyrettiği düşünülürse, bahsettiğim ilkbaharın 12-13 derece civarında olduğunu tahmin etmek güç olmayacaktır. Ancak bu bile bizim kısa kollularla dışarıda gayet rahat gezmemizi engellemiyordu. Sanırım, artık soğuk bize işlemiyordu.

Bunu ne zaman anladığımı sorarsanız, sanırım son iki hafta Türkiye’den bizi ziyaret gelen Çağlar’ın montla gezdiği bir havada, bizlerin kolsuz t-shirtlerle gezdiğimiz günü örnek verebilirim. Evet, Türkiye’den bir ziyaretçimiz vardı artık.
Sucuklu, pastırmalı alaturka bir kahvaltı yaparken, takvimler artık 8 Haziranı gösteriyordu. Yaklaşık iki hafta sonra ülkemize dönecektik ve son bir aydır planladığımız büyük Finlandiya ve İsveç gezisine hazırdık, üstelik artık 4 değil, beş kişiydik.

Turumuza, önce yakın şehirlerden başladık. Erasmus’un ana amacı olan, kültürlerarası kaynaşma ve ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek adına, gittiğimiz şehirlerde yerlere çöp atmıyor, sokağa tükürmüyorduk :P

Bu arada aramıza yeni katılan Çağlar sayesinde, bazı karakteristik Türk özelliklerimizi de fark etmiştik. Artık sıraya giriyor, bağırarak konuşmuyor, sakin bir hayat sürüyorduk. Yeni atılmış betonlara ismimizi kazımıyor, tuvalet duvarlarına şiirler yazmıyor, sarı ışıkta bile kornaya basmıyor, arabayla yolda giderken tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine doğru sürmüyorduk.

Bizi biz yapan bazı özelliklerimizi hatırlayınca, Erasmus maceramızın son bir haftasını İsveç’in Stockholm şehrinde, hiç tanımadığımız Romanyalı birinin evinde, ev sahibi evde yokken, başka bir Rus, buzdolabı mühendisiyle geçirdiğimizden de bahsetmek istiyorum. İnternette bulduğum ve adına misafirlik kulübü denen bir site sayesinde tanıştığımız, Reiki uzmanı, masörlük yapan bir Romanya’lı bayan, o hafta otostopla İsveç’ten Romanya’ya gideceğini ve evinin boş olduğunu, dilersek anahtarı yandaki pizzacıya bırakabileceğini söylediğinde, ilk tepkim gülmek olmuştu. Daha sonra, gerek internetten konuşmalarımız, gerekse adres tarifleri, ve hatta evinin uydudan fotoğraflarını yollamasıyla birlikte, tatilimizi bedavaya getirme planı iyice kafama oturmuştu.

Dünyanın en pahalı kentlerinden birinde, üstelik şehre çok yakın ve tren durağının dibinde bir evde, dev ekran televizyon, ağzına kadar dolu bir buzdolabı ve akvaryumunda kocaman bir kertenkele bulunan, ücretsiz boş bir ev bulma ihtimaline arkadaşlarımı ikna etmek hiç de kolay olmamıştı. Karşılıklı güven üzerine kurulan bu ilişkiden sonra, gün boyu gevezelik yaptık ve neredeyse gemiye geç kalıyorduk. Yolda ilk kez, Fin kanunlarını hiçe sayarak, böylesine güvenli (!) bir araçla 120-130 kilometre hızla gidip, 80-90 kilometre olan hız sınırını geçmeyen Finlileri sollamak bana kalmıştı. Neyse ki, sapa sağlam Turku limanına varmıştık. Arabamızı, bir Türk zekasıyla park ücreti ödemeyeceğimiz bir yere koyduktan sonra koşarak gemiye ulaştık.

Yetişmiştik…

Hallå Stockholm

İşte daha önce de bahsettiğim bu devasa gemiyle yaklaşık 12 saat sürecek olan bir yolculuğa başlamıştık bile. Fakat bu kez önümüzde kırmamız gereken buzlar yoktu, apaçık bir deniz ve güvertede sohbet edebileceğim dostlarım vardı.

Yolcuğun en güzel kısımlarından biri de işte bu gemi faslı olurdu hep, hele bir de gemide İsveç’in dünya kupası maçı var ve dev ekranlardan yayınlanıyorsa değme eğlence çıktı bize. Türlü kart oyunları, gemide komşu ziyaretlerinden sonra işte Stockholm karşımızdaydı.

Yuvamıza doğru ilerlerken artık iyice keskinleşen koku alma ve yol bulma yeteneğimiz sayesinde Tumba bölgesindeki misafirperver evsahibimizin evini bulmak zor olmadı. Kapıda bizi Rus bir adam karşıladı, o da bizimle aynı şekilde eve gelmişti. Anlayacağınız evde, ev sahibinden başka herkes vardı. Bu Rus arkadaşımızda da hala ataları gibi sıcak denizlere inme isteği varmıydı bilmiyorum ama kısa bir hoşbeşten sonra hepimiz odalarımıza yerleştik. Biraz dinlendikten sonra sırada şehir turu vardı.

Hızlı trenle yavaş trenin farkına varmak için bu şehre uğramak lazım sanırım. Kısa bir süre sonra şehir merkezindeydik. Helsinki buraya göre en iyi ihtimalle köy kalıyordu. Etrafta Ferrari’ler ve Porsche’ler cirit atarken, 60 krona aldığımız sınırsız otobüs kartı bize yetmiş de artmıştı bile. Taksiler, Doğan görünümlü Şahin’lerin aksine, Volvo, Chrysler ve hatta BMW X5’lerden oluşuyordu.

Şehir tarihi dokusunu büyük bir özenle korumuştu, İskandinavya’nın başkenti sloganıyla bilinen bu kentin her yanı adalarla kaplıydı. Zaten İsveçce’de Stock yedi, Holm ise ada anlamına gelmekteydi. Yani İstanbul’dan farklı olarak burası yedi tepeden değil ama yedi adadan oluşmaktaydı. Yazı, gezi rehberine dönüşmeden hemen yine asıl amacımız olan kültürel değişime değinmek istiyorum.

İsveçliler, Finlilere göre çok daha canayakın ve maalesef çok daha güzeller. Her ne kadar bilimsel verilere göre, dünyanın son gerçek sarışınının Finlandiya’da öleceği tahmin edilse de, dünyanın en güzel sarışınlarının bu ülkede doğduğu gerçeği göz ardı edilemez sanırım. İyimser bir rakamla sokaktaki insanların %95 inin manken olabilecek kapasitede güzel olduğu Stockholm’de, bulunduğumuz süre içinde, yine kebapçılarımızın bu şehri de ele geçirdiğini gözlemlemiş olduk. Her gittiğimiz yerde, Türk kebapçılara rastlamamıza sevinsek mi üzülsek mi bilemedik.

Yaklaşık 10 euro’ya ( 90 kron ) aldığımız “Made in Sweden” yazılı t-shirtlerimizle gezerken yabancı olduğumuzu anlamak pek güç değildi sanırım. İsveçliler şaşkınlık içerisinde, kah el sallayıp, kah gülerken, biz içimizdeki Acun Ilıcalı’yı çoktan keşfetmiştik bile.

Stockholm sokaklarında en dikkat çekici şeylerden biri de sokak eğlenceleriydi. Sokaklarda kah ressamlar portrenizi çiziyor, kah sokak çalgıcıları gösteriler yapıyordu. Etrafında toplanan insanlardan para toplayan göstericiler, dar ve tarihi Stockholm sokaklarına renk katıyorlardı. Bu şehirde yaşadığım bir hafta, gerek hiç tanışamadığımız evsahibimiz gerekse, bizden korkarak iki gün sonra evi terk eden Rus dostumuzun ilginç mesleğiyle ( Buzdolabı Mühendisi ) iyice unutulmaz bir hal almıştı.

Ve dönüyoruz...

Finlandiya’da geçirdiğimiz, unutulmaz Erasmus macerasından sonra, artık biletlerimizi almış, Türkiye’ye dönme hazırlıklarına girmiştik. Bavullar hazırlanıp, evi teslim etmek için temizlemeye başlamışken, hatıralar gözümüzde canlandı. Otomatik yanıp sönen trafik ışıklarını denemek için araba taklidi yaptığımız gün, İsveç’te otobüste karşılaştığımız Konyalı amcanın otobüstekilere bağıra çağıra adres tarif ettirmesi, Helsinki’ye giderken aşırı hız yapıp polise yakalanmamız, saunaya girip ardından buz gibi karlara zıplamamız, -35 derecenin verdiği o müthiş donma hissi… Bunlar sadece şu an aklıma gelen birkaç şey.. Erasmus macerasının en güzel kısmı, herkes için eşsiz ve değişik şeyler ifade etmesiydi sanırım. Gece saat 1 sularında Finlandiya’da güneş batarken, yeni günün başlamasına birkaç saat kalmıştı, Turkiye'de bıraktığım aileme ve arkadaşlarıma kavuşmanın heyecanıyla balkonumuzda çayımızı yudumlarken, Ercan ve Gokhan la gecirdigim bu 5-6 ay 5-6 yudum sicak cay'a sikisivermisti...


Geride kalan, bir hoş seda ve dikiz aynamızdan yansıyan o yeşil ülkeydi…


* Finlanda, Finlandiya Büyükelçiliği’ne vize başvurusu için giderken, bizi Filipinler Büyükelçiliği’nin sokağının başında bırakıp kaçan, taksicinin bulduğu bir kelimedir. Kendisi gideceğimiz yeri söylediğimizde, “Neee Finlanda mı ? ” tepkisiyle bizleri kırıp geçirmiştir.

Bunları Bilelim :

Finlandiya

Nüfus: 5.2 Milyon
Toplam Alan: 338,144 km2
Başkent : Helsinki ( 550 bin nüfus )
Resmi Dil : Fince ( %93 ), İsveçce ( %6 )
Başbakan : Bayan Tarja Halonen (Mart 2000’den beri)
A.B Üyelik Tarihi: 1995
Okur yazarlık : %100
Din: Evangelik-Lutheran 85%, Ortodoks 1%